"Hikayede kuşlar, Hüdhüd kuşu başkanlığında, padişahlarını bulmak üzere yola çıkar. Sayısız zorlukla geçen bu seyahatte kimi açlıktan, kimi yorgunluktan, kimi susuzluktan telef olur. yola çıkan yüzlerce kuştan geriye kalan sadece otuz kuştur ve bu otuz kuş padişahı bulmaya muktedir olur. bir bakarlar ki, padişah kendilerinden başkası değilmiş. Bu zorlu yolculuk meğerse kendilerinden kendilerine doğru bir yolculukmuş. Simurg'un anlamı da Otuz (Si) Kuş (Murg) demekmiş.
Padişahın gölgesin olan bu kuşlar, padişahın yeryüzüne akseden gölgesi olduklarını idrak etmişler bu yolculuğun sonunda, tıpkı insanın Tanrı'nın yeryüzündeki gölgesi olması gibi - aslında sadece insanın değil, yaratılan her şeyin Yaratıcı'dan gelen bir yansıma olması gibi.
Ama gölge, gerçeğini ne kadar yansıtabilir? gölge yalnızca bir gölgedir sonuçta.Ama gölge bile bu kadar muhteşemse, "Asıl Olan Nasıldır", diye düşünmek lazım. Yaratılana Yaratan'ın parçaları gözüyle bakarsam, onları kötü ve çirkin görmem ve onlara saygısızlık etmem mümkün olmaz. Evet, ancak böyle düşününce anlıyorum, "Yaratılmışı severim, Yaratan'dan ötürü", cümlesinin anlamını...
Parçayı inkar edersen , bütünü inkar etmiş olursun. Ve bütünü inkar edersen kendini inkar etmiş olursun... gayet düz bir mantık. Deniz, tüm enginliğine rağmen tek damladan, yeryüzü tüm genişliğine rağmen tek gezegenden, gezegenler sayısız olmasına rağmen tek kainattan ibaret olduğu gibi, milyarlarca varlık türünden oluşan kainat da bir olan Tanrı'nın bedeni olamaz mı? ..."
-alıntı-
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder