çocuk düşünün, doğduğu gün onu bir otomobilin içine koyuyorlar ve kırk yıl hiç çıkarmıyorlar
ve öylesine şartlandırıyorlar ki “Sen bu otomobilsin” diye; artık çocuğun, kırk yaşına geldiğinde
kendisinin o otomobil olmadığı yolunda hiçbir şüphesi kalmıyor! İşte bu çocuğa, diyelim ki
kırk yaşına geldiğinde, biri gelip “Sen bu otomobil değil bir insansın, in arabadan özgür
yaşa” diyor. Oysa çocuk, direksiyonu, vites kolunu, gaz - fren pedallarını kendi organı gibi
görür hâlde yaşıyor artık! Şimdi ona nasıl “hatırlatılacak”, fark ettirilecek otomobil değil
“insan” olduğu; otomobilsiz yaşayabileceği özgürce! Önce söyleyene inanması gerek... Sonra
da denilenleri yaparak otomobilden ayrı yaşayabileceğini fark etmesi...
ve öylesine şartlandırıyorlar ki “Sen bu otomobilsin” diye; artık çocuğun, kırk yaşına geldiğinde
kendisinin o otomobil olmadığı yolunda hiçbir şüphesi kalmıyor! İşte bu çocuğa, diyelim ki
kırk yaşına geldiğinde, biri gelip “Sen bu otomobil değil bir insansın, in arabadan özgür
yaşa” diyor. Oysa çocuk, direksiyonu, vites kolunu, gaz - fren pedallarını kendi organı gibi
görür hâlde yaşıyor artık! Şimdi ona nasıl “hatırlatılacak”, fark ettirilecek otomobil değil
“insan” olduğu; otomobilsiz yaşayabileceği özgürce! Önce söyleyene inanması gerek... Sonra
da denilenleri yaparak otomobilden ayrı yaşayabileceğini fark etmesi...
İşte bu basit misalde anlatılmaya çalışıldığı üzere, “İnsan” olan “şuur” sahibi varlık, gözlerini
“bilinciyle” yaşayan bir “insansı” bedeninde açmıştır! Aslı “Akl-ı küll” olan “şuur”, yetişme
sürecince örtülü kalmış; “İnsan” kendisini, yarın toprak olacak, biyolojik bedenden ibaret
varlık olarak kabullenmiştir.
Oysa, “İnsan”a hakikati; kendisinin, toprak olup gidecek geçici insansı bedeni değil, aşama
aşama boyut değiştirerek melekî yapıda kendisini bulacak (Mutlaka siz, boyutlar değiştirerek
o boyutların uygun bedenlerine dönüşeceksiniz! - 84.İnşikak: 19) ve bu yapısıyla da,
melekî özellikleriyle cennet boyutunu yaşayacak varlık olduğu “hatırlatılmalıdır”!
İşte bu yüzden Rasûller açığa çıkarılarak, “İnsan” özelliğine sahip olan “insansılık” kabulündekiler
uyarılmıştır! “İnsan”lar hakikatlerini hatırlayıp, buna iman etmiş hâlde gereken uygulamaları
yaparak, kendilerini toprak olacak beden sonrası evredeki sonsuz gelecek yaşama
hazırlarlar. “İnsan”lıktan nasiplenmemişler de, hakikatlerini inkâr ederek (kâfir olarak), toprak
olup gidecek “insansı - bedensel” zevkleri ile ömür sürüp; sonunda “şuur”un açığa çıkış sonuçlarını
yaşamaktan mahrum bir hâlde “bilinçli varlıklar” olarak “cehennem” adıyla bildirilen
bir başka boyut ve ortam içinde yaşamlarına sonsuza dek devam ederler.
“Çokluk” âlemlerinde “yok”tan “var” kılınmış her şey, “Allâh” adıyla işaret edilenin “El
Esmâ ül Hüsnâ”sıyla varlığını sürdürüp işlevini yerine getirdiği içindir ki; “şuur” boyutu
itibarıyla bu hakikat boyutunu algılayıp yaşayan “İnsan”, yeryüzünde açığa çıkışı itibarıyla
“halife” olarak tanımlanmıştır. Kurân’a göre, bunu hisseden, yaşayan, “Diri”dir; “Gören”dir;
buna karşın hakikatini fark edemeyen veya inkâr eden ise “ölü”dür; “âmâ - kör”dür! İşte hakikatini
hissedip yaşayan, “şuur”unun hakikati itibarıyla “melek - kuvve” olan “İnsan”ın aslı
da, Allâh isimlerinin işaret ettiği özelliklerdir ki, bu isimlerin mânâlarının onda “insana
yakışır” şekilde kuvveden fiile çıkması, “cennet” denilen yaşamı oluşturur! Cennet, insansıya
dönük yaşam ortamı değil, “melek - kuvve” olan “insan”ın özelliklerinin yaşanacağı ortamdır.
Umarım neye işaret ettiğim anlaşılır!.."
A.H.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder