31 Aralık 2010 Cuma

Mutlu Yıllar



 
 

 

 

               


Bu
Yılbaşı
Ağacımı
Hediyelerle
donatmak yerine,
her dalını bir dostumun
adı ile süslemek istedim.Yakın
dostlar, uzakta olan arkadaşlar. Eski
arkadaşlar,
yeni dostlar. Her gün gördüklerim
ve ara sıra görüşebildiklerim. Hep aklımda olanlar
ve sıkca unuttuklarım… Her zaman yanımda olanlar ile
olamayanlar Kötü gün dostlarım, hep destek olanlar...Istemeden
üzdüğüm dostlar ve istemeden beni üzenler.... Cok yakınımda olanlar,
ulasamadiklarim, yıllardır görmediklerim, özlediklerim.... Vefa borcu olduklarım.
Bir telefon uzaklığında olanlar. Alçak gönüllüler, gönülden sevenler... Az ya da cok
hayatıma girmiş tüm isimler…. Bu agaçta hepsinin kökleri sağlam, dalları uzun ve Güçlü
olacak. İsimleri daima asılı kalacak… Her yeni yıl, eskilerin yanına yenileri eklenecek. Zor anlarda
ağacımın gölgesi dostları,
ve dostlukları bir nefes
serinletecek. Yeni  
 yılla gelen  tum  
 umutların, yeni  
 başlangıçların,
 tüm dostların,  
yeni günlerinizi
aydınlatması  ve  
 daha güzel  anları
beraber paylaşmak  dileğiyle

MUTLU YILLAR


 
 

 




30 Aralık 2010 Perşembe

özündeki girdap....

İnsanların gözlerindeki perde "beden" düşkünlüğünü azdırıp, onu en üstte tutarak yaşam merkezi haline getirmesini sağlıyor... ruhun güzelliklerini, isteklerini de perdeliyor... varsa yoksa "beden" ve onun istekleriyle odaklı bir yaşam... bedenin yönettiği, ruhunu unutmuş olan insanoğlu kendi kaosunu kendisi yaratmakta... o kaos ki, ona yaşamı zindan eden, özündeki güzellikleri görmesini engelleyen bir girdap... 
Allah herkesi kendi girdabından kurtarsın... 
nasip etsin inşallah... 

sevgiyle...



LÜTFEN DESTEK OLALIM!!!! Seninki kaç santim? - Greenpeace

Seninki kaç santim? - Greenpeace: "2050’de dünyadaki balık stokları tükenecek. Denizleri hala sonsuz bereket kaynağı olarak görüyorsanız çok yanılıyorsunuz. Büyük balıkların %90’ı çoktan yakalandı. Toplam balık stoklarının %60’ı bitti. Gerı kalan %40 ise 40 yıl içinde son bulacak. Balıkların bittiği gün deniz yaşamı da bitecek."

http://www.kacsantim.org/?ref=zeynepyagiz1293709104

27 Aralık 2010 Pazartesi

O’nun Doğası ve İçsel Döngü

Öz, hep var olan, ebedi ve ezeli kaynak… Varlığı, kendi içerisinde bir dinamik yarattı ve bu dinamiklik içinde enerjiler oluştu. Işık ve karanlık ile bir bütün oluştu ve ışık karanlıktan ayrılarak doğayı yarattı. Yaratım, dallanmalar göstererek hızla ilerlerken, muhteşem bir bütünlük ve bağlantı oluştu. Parça, bütünü yansıttı, bütün parçayı… İnsan evreni, evren insanı… 
Kaos, yaratımın en koşuludur.  Lakin kaos bir planın dağınık hali olduğu için kendi içerisinde gizli bir düzene sahiptir. Bundandır ki kaos, yaratımın ilk halidir. Ardından düzen gelir ve düzen içerisinde asıl varlıklar oluşmuştur. Bu felsefe bize varlığın ve birliğin temel bilgisini sunmaktadır. Bu noktada hepimiz kendi içimizde farklı bir hissi yaşayabiliriz; Öyleyse bizi biz kılan nedir? 
Hepimiz birbirimizin bilgisini içimizde taşırız. Ortak bir zihni, ortak bir ruhu paylaşırız. Farklılıklar bizim seçimlerimizle oluşur ve seçimlerimiz bize verilen en büyük hediye olan iradenin bir yansımasıdır. Bu yansıma, tekâmülü ve tekrar öze dönüşün önemli bir parçasıdır. Çünkü irade, farkında olmanın vazgeçilmez unsudur. Kuvvetli irade, evrenle kuvvetli iletişim anlamına gelirken, zayıf irade iç ses dışındaki tüm seslere karşı dayanıksız ve obsesyona açık olmak anlamına gelir.  
Parça bütünden ayrıldığından beridir –ki aslında hiçbir zaman bir ayrılık olmamıştır, sadece ayrıldığı yanılgısı oluşturulmuştur- bütünü tekrar arayışa çıkmıştır. Bu yüzdendir ki her insan fark etse de etmese de bu arayıştadır. Bu arayışa kültürler farklı isimler vermişlerdir. Genel olarak ilahi aşk olarak bilinen bu arayış, kalpten evrene, evrenden kalbe dönük yapılan bir gelişimdir. Bu gelişim süreci içerisinde kendi içsel dünyamızı keşfetmemiz ve dolayısıyla evreni keşfederek, bütüne dönmemiz için bazı önemli anahtarlar vardır. 
Niyet, bunların ilkidir ve kapının kilididir. Niyet, basit bir cümle, düşünce ya da dua olabilir. Ama ne kadar basit olursa olsun, niyet her şeyin başlangıcıdır. Kendi yaşam amacımızla ilgili ettiğimiz tek niyet, tüm yaşamımızın istikametini değiştirecek açılımlara sebep olabilir. Herhangi bir gece derin bir huşu içerisinde ettiğimiz tek bir niyet, amaca ulaşmamız için en önemli anahtar olabilir.  
Kabulleniş, bu kapıdan geçiştir. Maalesef birçoğumuz açık kapıya bakar ve girmekten korkarak geri döneriz. Hâlbuki isteğimizin gerçekleştiğini görüp, kabullenmek ve dolayısıyla korkulardan arınıp, nihai sevgiyi ve merhameti hissetmek elzemdir. Korkularımıza odaklanmak yerine bize sunulan fırsatın arkasındaki yüksek sevgiyi hissetmeliyiz. Bunu hissettiğimiz anda kapıdan geçmişiz demektir. Ve kapıdan geçtikten sonrası ise çok büyük bir yolculuğun başlangıcıdır. 
İstek ve farkındalık ise bu yola adım attıktan sonra bizi nihai huzura götürecek katalizörlerdir. Tabiri caizse kapıdan girdikten sonra yukarıya çıkan merdiven basamaklarıdır. Her bir basamak bir farkındalıktır ve her bir farkındalık seviyesi tekâmülün bir aşamasıdır. Böylelikle her farkındalıkta bir basamak çıkmış ve tekâmülde bir adım daha ilerlemiş oluruz. Her adımda bizde değişiriz ve enerjisel-zihinsel-duygusal hatta fiziksel bütünlüğümüz daha yüksek bir titreşime dönüşür. 
Dua, bu kapıdan geçtikten sonra bizim yükselişimiz için kullanacağımız yol göstericidir, ilahi destektir. Nerede olduğumuzu ve sondaki geçişi görmek için elimizde olan kandildir. Ama ne yazık ki bazılarımız elimizde bulunan bu çok önemli kandili yakmayız, hatta görmeyiz. İşte bazen olduğumuz basamakta bir aşağı bir yukarı bakar, bir adım ilerleyemeyiz. Bu noktada dua, evreni titreştiren, kalpten evrene yapılan bir yolculuktur. Dua, kalpleri ve ruhu aydınlatan nurdan bir kandildir.  

Peki, bu şartlar altında ilerlerken sürekli bir yükseliş yaşıyorsak, nereye doğru yükseliyoruzdur? Madem O, ebedi ve ezeli olan,  her şeyin özü ise ve her şey onun içinde var oluyor ve O’nun içinde dönüşüyorsa, O bizim hem içimizde, hem dışımızda akıyorsa ve varoluşunu sürdürüyorsa, biz nereye yükseliyoruz?  Bu soruları sorduğumuzda fark ettiğimiz aslında kendi içimizde yükseldiğimizdir. (Yükselmek kelimesi bile bir doğrultuyu tanımlar. Hâlbuki tekâmül bir tarafa doğru değildir. Çevreye genişleyen bir daire gibidir. Tekâmül, her yöne gelişimdir.) İçsel ve dışsal yükseliş aslında tek bir yükseliştir. Neyin nerde olduğu önemli değildir. Parça ve bütün tek ise ve tek olan sadece O’ysa, dolaylı olarak bizde O oluyorsak aslında O’na yapılan yolculuk kendi içimizde yaptığımız yolculuktur. Aslında bizler evrenin ta kendisi, evren ise bizim varlığımızdır. Her şey birbirinden ayrı değil tek bir benlik içeriyorsa, bütün bu koşuşturma, bütün bu çeşitlilik hep aynı yöne doğrudur. İşte bunu fark ettiğimizde, bunu içselleştirdiğimizde gerçek ve koşulsuz hoşgörü, merhamet ve sevgiden bahsedebiliriz. Hepimiz aynı kaynaktayız ve hepimiz aynı kaynağa dönüyoruz. Ve ne olursa olsun hepimiz bunu, içimizde derinde bir yerde hissediyoruz. 

Efe Elmas-Aralık 2010
http://www.indigodergisi.com/63/e-elmas.htm

-alıntı-

20 Aralık 2010 Pazartesi

8 sene önce...

Bundan 8 sene önce, bir cuma sabahı, lapa lapa yağan kar da nur topu gibi bir bebek hayatımıza girdi...

Allahımıza şükürler olsun, sağlıkla bu yaşa kadar getirdik...

canım oğluşum,
herşey gönlünce, gönlündeki hakkında hayırlı olsun inşallah...
iyiki varsın bebeğim...
iyiki bizim oğluşumuzsun...
sebeb-i hayatım, yaşama sevincim, göznurum...
seni çoook seviyoruz...
hepbirlikte daha nice yaşlaraaaa inşallah...:)

17 Aralık 2010 Cuma

Şeb-i Arus'un 737. yıl dönümü... gönlü güzel insanlaraaa...

 
Unutma ki, nefret ve kinin ertesi pişmanlıktır... 
ve her canlıya ölüm vardır. 
İnsan ölür ama ölmeyen insanlıktır.
(Hz. Mevlana)
 
*****
"Kardeşim;
Sen düşünceden ibaretsin, geriye kalan et ve kemiksin. Gül düşünürsen GÜLİSTAN olursun. Diken düşünürsen, DİKENLİK olursun."
(Hz.Mevlana)
 

Şeb-i Arus

Şeb-i Arus

İrfan ve sevgi güneşi Mevlana, 5 Cemaziye’l-ahir, 672 (17 Aralık 1273) Pazar günü gurup vakti, bütün parlaklığı ile, bütün güzellikleriyle gülerek ebediyet aleminin asumanına doğdu. Mevleviler, o geceye Şeb-i Arus (Düğün günü) derler.

Hazret-i Mevlana’nın Ölüme ve Mezara Bakışı
...
“Ölüm günümde tabutum yürüyüp gitmeye başladı mı, bende bu cihanın gamı var, dünyadan ayrıldığıma tasalanıyorum sanma; bu çeşit şüpheye düşme, bana ağlama, yazık yazık deme. Şeytanın tuzağına düşersem işte hayıflanmanın sırası o zamandır. Cenazemi görünce ayrılık ayrılık deme. O vakit benim buluşma ve görüşme zamanımdır. Beni kabre indirip bırakınca, sakın elveda elveda deme; zira mezar cennetler topluluğunun perdesidir. Batmayı gördün ya, doğmayı da seyret. Güneşe ve aya batmadan ne ziyan geliyor ki? Sana batmak görünür, ama o, doğmaktır. Mezar hapis gibi görünür, ama o, canın kurtuluşudur. Hangi tohum yere ekildi de bitmedi? Ne diye insan tohumunda şüpheye düşüyorsun? Hangi kova kuyuya salındı da dolu dolu çıkmadı? Can Yusuf’u ne diye kuyuda feryad etsin?Bu tarafta ağzını yumdun mu o tarafta aç. Zira senin hayuhuyun, mekansızlık aleminin fezasındadır.”
-alıntı-
 

13 Aralık 2010 Pazartesi

Ankara' ya ilk kar yağdı...

Uzun bir aradan sonra Ankara bembeyaz örtüsünü örttü üstüne... evet özlemişiz gerçekten... ardından gelecek sıkıntıları bilsek bile...:) Kar yağınca hiç değişmeyecek şey çocukların duyduğu sevinç olsa gerek... Ekin yine havalara uçtu desem yeri... :) arabayı temizlemek bile onun için büyük bir şölen... :))  Kartopu oynadık, yeni botlar aldık oğluşuma... yaş günü de geliyor... kocaman oldu  minik bebeğimiz... 

onunla hayat çok güzel...





Öne Çıkan Yayın

Penye ip sepetlerim vol.2

Çeşitlerden çeşit... başladınız mı dursuramıyorsunuz kendinizi... çook sevdim ben bu işi ;)