31 Mayıs 2011 Salı

"Sıradan ol; olağandışı olursun. Olağandışı olmaya çalış; sıradan olursun."

Nasıl kendim olarak kalabilirim? İnsanlara çok yaklaştığım zaman kendimi kaybettiğimi hissediyorum. Herkes olağandışı olmak istiyor. Egonun arayışı bu – özel biri olmak – eşsiz, karşılaştırılamaz biri olmak. Ve paradoks da burada: Farklı olmaya ne kadar çabalarsan o kadar sıradan görünürsün; çünkü herkes olağandışılık peşindedir. O kadar sıradan bir arzudur bu. Eğer sıradan olursan, bu sıradan olma arayışı olağandışı olur; çünkü birinin sadece bir hiç kimse olmak istemesine çok az rastlanır, birinin bir boşluk olmak istemesine çok az rastlanır. Bu bir şekilde gerçekten olağandışıdır çünkü kimse onu istemez. Sıradan olduğunda olağandışı olursun ve elbette birden, hiç aramazken eşsiz olduğunu keşfedersin. Aslında herkes eşsizdir. Sürekli hedefler peşinde koşmayı bir an bırakabilsen eşsiz olduğunu anlarsın. Bu keşfedilecek bir şey değildir; zaten oradadır. Bu zaten böyledir: Var olmak eşsiz olmaktır. Olmanın başka bir yolu yoktur. Bir ağacın her yaprağı eşsizdir, kıyıdaki her çakıl taşı eşsizdir; olmanın başka bir yolu yoktur. Aynı şeyden iki tane var olmaz, o yüzden de birisi olmaya gerek yoktur. Sen sadece kendin ol ve o anda eşsizsin, karşılaştırılamazsın. O yüzden bunun bir paradoks olduğunu söylüyorum: Arayanlar yenilir ve zahmete girmeyenler hemen kazanır. Ama kelimelerle kafan karışmasın. Tekrarlamama izin ver: Olağandışı olma arzusu çok sıradandır çünkü herkeste vardır bu. Ve sıradan olacak kadar anlayışlı olmak çok olağandışıdır çünkü çok ender olur bu. Bir Buda, bir Lao Tzu, bir İsa'da olur bu. Herkesin aklında eşsiz olmaya çalışmak var ve bütün bu insanlar kesinlikle yenilgiye uğruyor. Zaten eşsizken nasıl daha eşsiz olabilirsin? Eşsizlik zaten orda; onu keşfetmen gerekiyor. Onu icat etmen gerekmiyor; o zaten senin içinde. Onu varoluşa açman gerekiyor o kadar. Bu eşsizliğin geliştirilmesi gerekmiyor. O senin hazinen. Ezelden beri onu taşıyorsun. O senin varlığın, varlığının özü. Sadece gözlerini kapayıp kendine bakman gerekiyor. Sadece biraz durup dinlenmen ve bakman gerekiyor. Ama öyle hızlı koşuyorsun, başarmak için öyle bir acelen var ki onu kaçırıyorsun. Lao Tzu'nun büyük öğrencilerinden biri, Lieh Tzu anlatır; budalanın biri elinde bir mumla ateş arıyormuş: "Ateşin ne olduğunu bilseydi pirincini de bir an önce pişirebilirdi. Bütün gece aç kaldı çünkü ateş arıyor ve bulamıyordu ve elinde bir mum vardı. Mumun olmasa, karanlıkta araman nasıl mümkün olurdu?" Eşsizliğin peşindesin ve o senin elinde. Bunu anlayabilirsen pirincini bir an önce pişirebilirsin. Ben pirincimi pişirdim ve biliyorum. Gereksiz yere aç kalıyorsun; pirinç orada, mum orada; mum, ateş. Mumu alıp aramana gerek yok. Eline bir mum alıp bütün dünyayı arıyorsan ateş bulamazsın çünkü ateşin ne olduğunu anlamıyorsun. Aksi halde anlamış olurdun çünkü mum önündeydi, elinde tutuyordun. Bazen bu gözlük kullanan insanlara olur. Gözlük gözündedir ama gözlüğünü arar. Acelesi vardır, aceleyle her yeri arar ve gözlüğün gözünde olduğunu tümüyle unutmuştur. İnsan paniğe kapılabilir. Hayatında böyle deneyimler olmuştur; arayışın yüzünden öyle paniğe kapılırsın, öyle endişelenip huzursuz olursun ki görüşün bulanır, gözünün önünde olan şeyi göremezsin. Durum bu. Eşsizliği aramaya ihtiyacın yok; zaten eşsizsin. Bir şeyi daha eşsiz yapmanın yolu yoktur. 'Daha eşsiz' sözcükleri saçmadır. Eşsiz yeterlidir, 'daha eşsiz' diye bir şey yoktur. Tıpkı 'daire' sözcüğü gibi. Daireler vardır; 'daha dairesel' diye bir şey yoktur. Saçmadır bu. Bir daire her zaman mükemmeldir; daha fazlasına ihtiyaç yoktur. Daireselliğin dereceleri olmaz. Daire dairedir; azı, çoğu işe yaramaz. Eşsizlik eşsizliktir; az ya da çok olmaz bunda. Zaten eşsizsin. İnsan bunu ancak sıradan olmaya hazır olduğunda anlar. Paradoks buradadır. Ama eğer anlıyorsan problem yoktur; paradoks orada ve güzel ve problem yok. Bir paradoks bir problem değildir. Eğer anlamıyorsan problem gibi görünür; eğer anlıyorsan güzeldir, gizemlidir. Sıradan ol; olağandışı olursun. Olağandışı olmaya çalış; sıradan olursun.OSHO
 
 

30 Mayıs 2011 Pazartesi

...Koskoca alem içine yerleştirilmiş...

"Derdin kendindendir bilmiyorsun,
Derman yine sendedir görmüyorsun;
Koskoca alem içine yerleştirilmiş,
Sen kendini hala küçük bir şey zannediyorsun."

(Hz. Ali)





"ikra (oku)" ama neyi ?  
koskoca alem içimizde... "oku"nacak o kadar çok şey var ki... "herşeyin başı okumak" derken, sadece kitap okumaktan mı bahsediliyor...? kimsenin güdümünde kalmak istemiyorsan, sistemi "oku"... beynini kullan... açığa çıkanları ve çıkabilecek olanları FARKET! senin kozan olan, değer yargıları, duygusallık ve "ben" duygusunun esiri olmaktan kurtar kendini... perdeleri kaldır tek tek... 

herşeyin TEK olduğunu, sen de gizli olan "hakikati" oku...

tüm kalbimle...

27 Mayıs 2011 Cuma

kunut dualarının huzuru...


Kunut Dualarının ilki şöyle başlar;Allahumme inna Nesteıynuke,ve Nesteğfiruke ve Nestehdiyk ve Nu’minü bike ve  Netuubu ileyke ve netevekkelü aleyk!…”.

İkincisi:“Allahumme iyyeke nabudu ve leke nusalliy,ve nescudu ve ileyke nes’a…..” diye devam eder. Birinci dua; İSTİÂNE, İkincisi TEABBUD ifade ediyor. İstiâne:Yardım ve Başarı isteğinin sadece Allah’a yöneltilmesi demek. İstiâne kavramı Fatihadaki VE İYYAKE NESTAIYN ayetinden gelişmiş.İyyake Nestaıyn: Sadece ve sadece senden yardım dileriz, demek.
Fatihadaki İYYAKE NA’BUDU den mülhem TEABBUD ise; Kulluk anlamında….
Abdiyyet(kulluk) mertebesinin Risaletten daha öncelikli ve üstün olduğunu Kelime-i Şehadetin MUHAMMEDEN ABDUHU VE RASÜLÜHÜ şeklinde tertibinden biliyoruz.
Şu halde, Vitir namazı ve onda okunan Kunut Duaları; Fatiha Suresinde yer alan İSTİÂNE VE TEABBUD SÖZLEŞMEMİZİN bir tekrarı, bilinç tazelemesi ve hatta yenilenmesi!… Kelimelerdeki anlam yenilenmeyi işaret ediyor:
-İnna Nestaıynuke: Sadece senden yardım dileriz.
-Ve Nestağfiruke: Sadece sana istiğfar eder,affımızı isteriz
-Ve Nestehdiyke: Hidayeti sadece senden isteriz.
-Ve Nu’minu B ike: B sırrı ile sana iman ederiz.
-Ve Netubu İleyke:Sana tevbe ederiz.
-Ve Netevekkelu aleyke:Tevekkülümüz sadece sanadır.
-İyyake Na’budu: Sadece sana kulluk ederiz.
-Ve leke Nusalliy:Namazı, Salatı sadece senin için yaşarız.
-Ve Nescüdü:Sadece sana secde ederiz.
-Ve İleyke Nes’a: Çalışmamız, gayretimiz sadece sanadır.
Beynin,bilincin tamamen formatlanması ise Kunutta geçen bir kavramda saklı…
Okumaya çalışalım;
4- VE NAHLEU: Kendimizi Formatlarız: Kunutun ilk duasının “Ve Nahleu ve Netruku men yefcuruk” bölümündeki NAHLEU kavramı başlığa çektiğimiz anlamı işaret ediyor. Önce Nahleu kelimesinin kökü olan Ha-Le-A fiilinin sözlük anlamlarına göz atalım:HA-LE-A:
-Karısından boşanmak.
-Kefeni soyup çıkarmak.
-Hükümdarı tahtından azletmek.
-Hakimi, Kumandanı yerinden etmek.
-Bir şeyi kökünden, yerinden söküp tamamen çıkarmak.
-Hayvanın bağını çözüp salıvermek.
-Ekin başağının buğdayla dolu dolu hale gelmesi, olgunlaşması.
-Ağacın yeniden yapraklanması.
Ve Nahleu ve Netruku men yefcuruk, kısa ve öz anlamı şu: ”Sana karşı kötülük işleyenleri terk ederiz, uzaklaşırız, onların hakimiyetinden çıkarız. ” Özde düşünecek olursak dışarıda uzaklaşılacak birileri yok!.. İnsanın Hakikat yolculuğu  kendinden kendinedir. O halde bu uzaklaşmayı, azletmeyi de kendimizde düşüneceğiz. Sözlük anlamlarından istifade ile NAHLEU yu yeniden anlamlandıralım:

Allah’ım! Hakikatimizi yaşamaya engel olan bütün bağlardan, bütün aidiyetlerden BOŞANIYORUZ. Özümüzdeki Hakka perde çeken  örtülerden SOYUNUYORUZ.

Bilincimize egemen olan, bizi hükmü altına alıp idareye kalkışan bütün BİLGİ-ŞARTLANMA-GELENEK-DUYGUSALLIK VE ÖNYARGILARI AZLEDİYORUZ! Onların EGEMENLİĞİNE SON VERİYORUZ! Yerinden oynamaz sanılan, bizi arzımıza bağlayan bütün KÖKLERİMİZİ SÖKÜP ÇIKARIYORUZ! Hayvani-beşeri boyutumuzla BAĞIMIZI KOPARIYOR, ne hali varsa görsün diyerek İLİŞKİMİZİ KESİYORUZ!

Allah’ım!.. Bunları başardıktan sonra, kulluk ağacımıza taze bir bengisu dökerek yeniden FİLİZLENMEK İSTİYORUZ! Kulluk tohumundan Abdiyyet başağı yetişsin,  ŞUUR TANELERİ İLE BEYNİMİZ DOLSUN diye sana yöneliyoruz!
... (alıntı)
mehmet doğramacı  yazının tamamı için

24 Mayıs 2011 Salı

evde bir bayram havası :)))))))




  
kuzmun sevinci,  fenerbahçemize armağan olsun...;)










şampiyonum fenerbahçem...



öyle bir sevdaki bu, anlatmak yetersiz... ama acısıyla tatlısıyla gönül vermek sonuna kadar... yani eşiniz, çocuğunuz aileniz gibi... aynı tölerans ve sevgiyi hissetmek gibi... :) 
çok zor bir sene... klasik fenerbahçe ile yüreğimiz ağzımızda her an ipin öbür tarafında bulmak mümkünken kendimizi, çok şükür bu sene ıskalamadık veeeeeeeeee ipi göğüsledik... kalbinde fenerbahçe sevdası olan 
herkese kUtlU  OlsUn... 
not: trabzonsporu'da tebrik ediyorum... onlar bizi etmeselerde...

17 Mayıs 2011 Salı

Kırılgan

Kırılgan bir çocuğum ben
Gözyaşlarım mücevher
Saklıyorum herkesten
Ürküyorlar gözümdeki ateşten
Ürküyorlar o dur durak bilmeyen
gözükara cesaretimden
Diyorlar: Bir yanı sarp bir uçurum,
Bir yanı çılgın dağ doruğu.
Oysa böyle yapmasam ben
Nasıl korurum içimdeki çocuğu?
Bir yanım çılgın nar ağacı
Bir yanım buz sarayı.

Murathan Mungan
 
 

16 Mayıs 2011 Pazartesi

Ağzından çıkanı DUYMALI kulağın!!!!

agzindan cikani

Bilirsiniz dostlarım çok meşhur bir deyimdir bu ;
Ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu?” denir…
Hiç düşündünüz mü bunun üzerinde biraz derin olarak?
Buna yakın anlamda başka bir deyiş daha vardır…
“Dili belâsı!” denir… Bazen de o “dili belâsı” olur!.
Elbette ki, “ağız” ve “dil” yalnızca bir araç… Alet!.. Ona hükmeden ise beyin!(?) (mi)…
Hani bir de başka bir deyiş vardır gene…
“Büyük lokma ye, ama büyük söz söyleme!”
Sözün büyüklüğü metreküple ölçülmüyor herhalde!
Bunlara özetle işaret ettikten sonra, esas üzerinde durmak istediğimiz hususa gelelim.
Söylediğiniz söz, ağzınızdan çıkan nereden geliyor acaba?
Beyinden derseniz; elbette doğru!… Ama beyinde nasıl oluşuyor ve beyinden hangi etmenle açığa çıkıyor o fikir?
Neden ağzımızdan çıkanın sonuçlarını yaşamaktayız?..
Başımıza gelenlerin pek çoğu, geçmişte, hiç farkında olmadan bizden çıkanlardır… Belki bazılarını unutmuşuzdur bile… O an söyler geçeriz!..
Sonra o söylediklerimizin sonuçları ile karşılaşınca da başlarız feryâdı figâna!.
“Nereden geldi bu başıma!”
Talep senden çıktı!… Sen öyle olmasını istedin ve oldu!.
Sen unutursun ama Allah unutmaz!.
Ne ektiysen onu biçeceksin!.
Dön geriye ve bak… Yazdıklarını, söylediklerini, düşündüklerini hatırlamaya çalış…
Sen onu öylece düşündüğün anda, onun sonuçlarını da yaşamağa mahkûm ettin kendini… Ve lâkin bunun hiç farkında değilsin!
... devamına linkten ulaşabilirsiniz...
A.H.


11 Mayıs 2011 Çarşamba

kırılgan...

sting - fragile


kırılgan

kan akacaksa eğer, buluştuğunda et ve çelik,
akşam güneşinin ışıkları altında kuruyarak,
yarın yağmur yıkayacaktır tüm bu lekeleri,
aklımızda bir iz sonsuza dek kalacak
bu son sahne belki de perçinlemek içindir
bir ömür boyu süren bu kargaşada
şiddetin hiç bir şey kazandırmadığını
ve asla kazandırmayacağını
öfkeli bir yıldızın altında doğan biz insanlar
ne denli kırılgan olduğumuzu unutmayalım diye

10 Mayıs 2011 Salı

...hani bunun ilk sahibi!!!!

"...mülkünde dilediği  gibi tasarruf eder... "

bunu hazmetmek  zor gelir insana... gerçektende zor öyle değil mi?  
bir düşünün, idrak edin, hazmedin... 
her kelimeyi bir kaç kez okuyarak ilerleyin ... 

Yarattığı, kaderini yazdığı her birim, O aslında... TEK!!! kainat, evren gördüğün ve göremediğin... idrak ettiğin ve edemediğin... bir bütün ve TEK!! bu mülk O'nun eseri... eğer sen mülkün sahibine değil de O'nun yarattığına yönelirsen özünden uzaklaşır ve kendi değerini kaybedersin.. 

Senin ve yarattığı herşey üstünde "dilediği gibi" davranan... yaşamlarını ve sonlarını "dilediği gibi" yazan O'dur... tasarrufu ve gücü "Malik-el Mülk" adıyla, mevcut olan her ne varsa,  TEK sahibi olan...!

 "De ki : Mülkün Mâlik'i olan Allâh'ım... Mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden de mülkü çekip alırsın. Dilediğini azîz edersin, dilediğini zelil edersin. Hayır senin elindedir. Kesinlikle Sen her şeye Kâdîr'sin." (Âl-i İmrân: 26)

9 Mayıs 2011 Pazartesi

anneler günü ve babamın yeni yaşı...

Sağlıkla bu günlere de vardık şükür... anneler günü v.b. günler bir "dayatma" olsa da değerli hissediyor insan kendini... zaten yaradılışımızla kazandığımız bu değer, "rahiym"isminin kadınlarda açığa çıkışıyla "annelik" kutsallığı da oluşuyor... bu duygu var olan insani duyguların, en başında geliyor... ve bunu yaşamak, bir yavrunun içinde büyümesine şahit olmak kadar daha KUTSAL, daha İMAN ettirici başka bir şey olduğunu düşünmüyorum... Allah isteyen herkese nasip etsin... 

Ama bunun yanında istemeden dünyaya gelen ve minicik bedenleriyle KİMSESİZ kalan yavrularımızı da unutmamak gerek... şükür, size verilenler için verilmeyenlere gösterdiğiniz hassasiyet ve değerdir... sizin olanı, elde edemeyenlerle paylaşmaktır, bir anlamda... bunun için elimizden geldiği kadar bu yavrularımıza el uzatmalıyız... 

Annemin sevincine diyecek yoktu elbet... yavruları, torunları yanında...çok sıkıntılar çektiği eşi, sağlıklı ve yanındaydı... yorgunlar ama iyiler... sıkıntılar var ama iyiler... bu günümüze şükürler olsun... babam yeni yaşına "merhaba" dedi... yeni sesiyle :) evet artık diyaframdan konuşmaya da başladı... 

Yaşadıklarımızdan aldıklarımızla gönlümüz dolu dopdolu... herşey boş olduğuna göre sadece sevgiyi hisset ve hissettir... ne mal ne mülk seninle... ruhuna yüklediğin pozitif-negatif enerjiler sadece seninle... ölümü tadıp, devam ettiğin yaşamında seninle olacak ve seni taşıyacak olan şey bu... sevgiler şelale olup yağsın üstünüze...

Allah bir evlat verdi bana, güzel günlerini de göremeyi nasip etsin inşallah... 
hepbirlikte inşallah... Amin... 

tüm kalbimle...



6 Mayıs 2011 Cuma

Göç

Göç

>Pek çok hayvanın göç öncesinde kendilerini yolculuğa hazırladıklarını biliyor muydunuz?

>Hayvanlar sürüler halinde göç ederler. Ancak hayvan göçlerinde insanı hayran bırakan çok akıllı bir planlama, irade ve kararlılık vardır. Hayvan aklının çok ötesinde bir beceri sergilenir. Söz konusu hayvanlar, göç edecekleri yere ulaşmak için hiç bir zaman dolaylı yolları seçmez her zaman doğrusal bir çizgide ilerleyerek en kısa gidiş yolunu takip ederler. Mükkemmel bir yön bulma kabiliyetleri vardır.

>Biz insanların, teknik donanımlarla, özel araştırmalarla, özel ölçümlerle hesaplayabildikleri şeyleri onlar tam bir kusursuzluk içinde tayin edebilirler.

>Hayvanlar göç için, hava koşulları açısından en iyi zamanlamayı yaparlar. Bu zamanlama, gidiş şartları açısından da ulaştıkları bölgenin şartları açısından da en uygunu olur. Yolculuk öncesi mutlaka hazırlık yaparlar. Örneğin kuşlar, kilometrelerce mesafe katedecekleri göç hareketi öncesi ihtiyaçlarının çok üzerinde bir beslenme programına girerler. Vücutlarında iyice yağ depolamak için hiç durmadan beslenirler.

>Uçuş süreleri boyunca, enerjilerinin dağılımını da çok iyi ayarlarlar. Yolculuk esnasında enerji tasarrufu sağlayan uzun süreli uçuş hareketleri yaparlar.Tüm bunların yanı sıra göç zamanlarında irade kullandıkları, normal zamanlarda kendilerine son derece cazip gelecek bazı avantajları görmezden gelip geçtikleri gözlemlenmiştir.

>Örneğin, Tierra del Fuego’dan Alaska’ya doğru yol alan bir kutup sumrusu, Monterey Körfezi’ndeki kuş gözlem gemilerinden atılan ringa balıklarını görmezden gelir. Yerli martılar balıkları kapışırken, sumrular uçup giderler. Çünkü ulaşmaları gereken bir hedefleri vardır.

>Özellikle Darwinistler, bu tip olağanüstü hayvan davranışlarını “içgüdü” olarak isimlendirip geçerler. Darwinistler, içgüdü ifadesiyle, buradaki üstün akla bir isim verdiklerini düşünür ve bu davranışların “doğal” olarak geliştiği izlenimini vermeye çalışırlar. Oysa içgüdü denen üstün güç, Allah’ın kontrolünde olan, Yüce Allah’ın isteği ve emirleriyle canlıya ilham olan muhteşem bir akıl tecellisidir.

(Nur Suresi, 41)

>Dev galaksilerin muazzam düzeninden, yerin içindeki ufacık bir organizmaya kadar her şeyde kusursuz bir mükemmellik ve denge Yaratan Rabbimiz her canlıda sonsuz sanatının inceliklerini bizlere göstermektedir. Her canlıya ait her türlü bilgi, alemlerin Yaratıcısı olan Allah’ın Katında daima mevcuttur. Yeryüzündeki küçük, büyük her canlı, Allah’ın taktir ettiği özelliklerle yaşamakta, Allah’ın taktir ettiği şekilde rızıklanmaktadır.
(alıntı)
Kaynaklar:
-Kur'an-ı Kerim, Nur Suresi, 41. ayet
-National Geographic Türkiye/ Kasım 2010


5 Mayıs 2011 Perşembe

"şartlarla"

ahmedhulusi- 45-casiye

18-) Sümme ce’alnake alâ şeriy’atin minel emri fettebı’ha ve lâ tettebı’ ehvaelleziyne lâ ya’lemun;
 
Sonra biz seni, hükmümüzle oluşmuş şartlarla meydana getirdik! Ona uy, (Hakikati, Dini) bilmeyenlerin hevâlarına (bedensellikten kaynaklanan heves ve düşüncelerine) tâbi olma!

----------------


"hükmümüzle oluşmuş şartlarla meydana getirdik!"

her beden bu şartlarla yani Esmâ özellikleriyle donatılarak ve bunları yaşaması için geliyor dünyaya... O'na uyarken birden gerçeğinden, nasıl uzaklaşır insan... sonra tekrar yollara düşer kendi içinde de bulmaya çalışır... ama kayıp büyüktür elbet... O'nun  şartlarının (Esmâlarının) ne kadarı, bu kaybedişten sonra tekrar açığa çıkar... ????

nefsine yenilmiş insansılar, bedensellik odaklı yaşarken, perdeliyken şuurları ne kadar zordur, Hakikatini algılamak ve ne kadar zordur bunu yaşayabilmek... alnımıza yazılanı yaşıyorken, tevekkül edip elinden geldiği kadar amaca ulaşmak için yol almalı mutlaka... herkese nasip olsun inşallah... 


4 Mayıs 2011 Çarşamba

sıkıntıların geçmesi için...

Vemen yettekıllahe yec’âllehu mahracen ve yerzukhu min haysu lâ yahtesib. Ve men yetevekkel alallahi fehuve hasbuh ( Talak -3).
Anlamı:
  Kim Allah için korunanlardan olmuşsa, Allah da ona bir çıkış noktası verir. Ve ona umut etmediği yerden hesabsız rızık verir. Kim Allah’a tevekkül ederse, Allah ona yeter.


2 Mayıs 2011 Pazartesi

her bahar bir başlangıç aslında...

Yaşanılan zamanın en güzel en dayanılası olanı belki de bahar da gizli... herşeyin tazesi genci makbul sanırım... :) Yeniden başlayan bir yaşam, yeniden doğan doğa ve yeniden pırıl pırıl bir güneş... Sıcaklığı ile sırtındaki hırkayı, usulca çıkartmanı sağlayan... Bir buluta gizlendiğinde ise rüzgarı taaa içinde hissettiren...

Hayatta her anıyla bir başlangıç aslında... Bu başlangıç ile, bu sefer belki daha iyi olur diye... Umarım! Eğer sen yenilediysen kendini tabii... 
Doğa yenilendi, yeniden başlamaya hazır... 
Taze ve tertemiz haliyle... 
Peki SEN? 
Temizledin mi kendini, bilincini, içini... ?
Şuurlu olarak fark ettin mi olup biteni...? 
Eğer "HAYIR" ise cevabın boşver baharı... 
Bahar sana uğramamış bile... 
Zaman akarken "değişkenlik" göstermiş senin için sadece...

Bahar, tüm enerjisiyle; kendini değiştirmeye, kendini özümseyip varlığının sebebini algılamaya açık olanlara "MERHABA" dedi aslında... yoksa bütün koşturmacanın içinde durduramadığımız takvim yapraklarından, Nisan ayını da koparmak kaldı sana... İstediğin  bu mu gerçekten?

"Nisan" isim olarak da sanki doğuşu içeriyor nsan" ile arasında bir harf yer değiştiriyor sadece ve belki de bunu gizliyor içinde... Yeniden mücadeleye hazırlanmayı sunuyor, biz farkında olmadan... Bu özümüzden akıp, bizi güçlendiren enerjinin tetiklenmesi bence... Elbette hissetmeye ve bunu çok içten yaşamaya hazır olanlar  için... 

Umarım hepimiz için...

Tüm kalbimle...



cehennemin içinde...

"...İnsan, varlığına bahşedilmiş “Esmâ” mânâ ve özelliklerini dünya yaşamında keşfedip açığa çıkarma özelliğini elde edemediği için; dışsallıkla uğraşıp içselliğindekileri bilemediği için; ölümle birlikte bu şansı ebeden yitirmiş olduğunu görerek sonsuz bir pişmanlığa düşecektir. İşte bu en büyük cehennemî yanışı meydana getirecektir! 

Dünyanın cehennemî yaşantısı ise, bilincin kendini bedensellikle kayıtlaması ve bedensel bağlarla kendini başkalarına bağlaması, şartlanmaları ve değer yargıları sonucu oluşmaktadır..."  

A.H.

"...Azın öz olabileceğine inanç kalmadı artık..."

Sıkış tepiş bir kafedeydim. Yanı başımdaki masada 20'li yaşlarına henüz girmiş ü...ç genç gelecek projelerinden konuşuyorlardı.
Kulak misafiri olmamak imkansızdı.
Bir ara içlerinden birinin "dünya hep elimden kaçıyormuş gibi geliyor; yapılacak ne çok şey var ve hiçbirine yetişemiyorum" dediğini işittim.
Ardından "bazen hırsımdan ağlamak istiyorum" diye ekledi.
Ah çocuk, diye söylendim içimden; bu bakış açısının hiç sonu yok, bir bilsen!
Sonra kendi gençliğim geldi aklıma...
Benim için de öyleydi.
Dünya dedikleri, ne zaman durağa gelsem beni almadan kapılarını "taak" diye kapatıp giden bir belediye otobüsüydü!
Sık sık umutsuzluğa kapılır, içime kapanırdım.
Hayatın kovalanacak değil, "yaşanacak" bir şey olduğunu öğrenmek çok zamanımı aldı.

***
Biz yetişkinlerin o gençten farkımız var mı?
Tatile gidiyoruz ama tadını çıkartmakta zorlanıyoruz. Çünkü aklımızda hep gidilecek başka yerler, çıkılacak başka tatiller var.
İş bulup çalışıyoruz ama tam anlamıyla sevinemiyoruz buna. Bu işten daha iyisi, daha çok kazandıranı olabilirdi diye düşünüp durmaktan bitkin düşüyoruz.
Aşk mı? Onda bile tedirginlik ve kararsızlık yakamızı bırakmıyor. Geceleri aşktan kavrulan nice insan gündüzleri başka havadan çalıyor; rekabet, sosyal flört ve iktidar arzusu ruhlarını yiyip bitiriyor.
Yaşlılar deseniz...
Birçoğu "görülecek çok yer, tadılacak çok lezzet var ama vaktim kalmadı" diye hayıflanmakla günü geçiriyor.

***
Onca huzursuzluk yetmiyor!
Bir de "ölmeden önce yapılacak, gidilecek, görülecek, tadılacak" şeyler listelerine kafamızı takıyoruz.
Bu listeleri içeren kitaplar kapış kapış gidiyor.
100'den aşağısı da kurtarmıyor!
Gidilecek 100 yer, yapılacak 100 şey...
Oysa alttan alta hissediyoruz ki, tek bir şeyi bile gönülden ve "iyi" yapsak, yetecek de artacak bile!
Ama bir ömür boyunca tek bir yazarı derinlemesine tanıyıp bütün yapıtlarını tekrar tekrar okumanın; bir besteciye gönülden bağlanmanın; bir şehre aşık olmanın tatlarından söz eden yok ki!
Böyle bir tercihin yoksulluk değil, tam aksine zenginlik olduğu çoktan unutulmuş.

***
Şöyle bir bakın!
Çoğumuz durmadan koşan ama bir türlü bitiş çizgisine varamayan atletleri andırıyoruz.
Azın öz olabileceğine inanç kalmadı artık.
Gerçek olamayacak hayaller "boş" sayılıyor.
O yüzden işte...
Yazımın başında sözünü ettiğim "hırsımdan ağlayacak gibi oluyorum" diyen genci düşünüyorum da...
Yavrucak kim bilir ne kadar zaman sonra anlayacak ki, dünya insanın gölgesine benzer.
Kovalarsan kaçar. Asla yakalayamazsın.
Kaçarsan da kovalar!


Haşmet Babaoğlu

Astrolojik açıcan Mayıs ayı...

NİSAN 2011

En hassas konumda olup önü en açık olanlar Balık burçlarıdır. Hemen arkasından Yengeç’ler, Boğa’lar ve Akrepleri sayabiliriz.

Özellikle bu ay itibari ile Şubat doğumlu Balıklar için düşünce ve inançlarının güçlenmeye başlaması söz konusudur. İkinci olarak Yengeçler, Akrepler ardından da Boğa ve Oğlaklar için de güzel haberlerim var. Bu burçların ilk 10 derecesi içinde doğmuş olanlar daha şanslıdır. Ayrıca bu etki süresinin sadece bu ay ile kayıtlı kalmadığını hatırı sayılır bir uzunlukta önümüzdeki aylarda da devam edeceğini belirtmek de isterim.

Öne Çıkan Yayın

Penye ip sepetlerim vol.2

Çeşitlerden çeşit... başladınız mı dursuramıyorsunuz kendinizi... çook sevdim ben bu işi ;)